İngiltere’nin birlikten ayrılışının ardından, geçtiğimiz Mart 2016’da Avrupa Komisyonu AB’nin geleceğine ilişkin tartışmalara ışık tutacak 5 senaryoyu içeren raporunu açıkladı. Yola devam (carrying on), sadece ortak pazar (nothing but the single market), daha fazlasını yapmak isteyenler yapsın (those who want more do more), daha azını daha verimli yapmak (doing less more efficiently) ve birlikte daha fazlasını yapmak (doing much more together) olmak üzere ortaya konan beş senaryo, Avrupa Birliği’nin geleceğine dair geniş bir perspektif sunuyor. Zaten sürmekte olan tartışmalara da kurumsal birer çerçeve getiriyor.
“Yola devam” senaryosu
İngiltere’nin ayrılığı sonrası kalan üyeleri ile AB’nin yoluna hızlanarak devam etmesi anlamına gelen bu senaryoda ekonomik krizin halen hissedilen etkilerinin giderilmesine yönelik olarak, Ekonomik ve Parasal Birlik’te (EPB) Euro bölgesinin güçlendirilmesi öneriliyor. Birlik dışındaki üçüncü ülkelerle yeni ticaret anlaşmaları yapılarak ortak pazarın da geliştirilmesi, bu senaryoda vurgulanan konular arasında. Suriye’de devam eden iç savaşın etkisiyle yaşanan göç sorununa çözüm bulabilmek için sığınma başvuru sisteminin geliştirilmesi ve AB’nin dış sınırlarının yönetiminde işbirliğinin artırılması gerektiği açıklanıyor. Buna ek olarak AB’nin en öncelikli konularından biri olarak görülen “ortak güvenlik ve dış politika”da tek ses oluşturması yolunda da ilerleme sağlanması bu senaryoda öne çıkan konulardan.
“Sadece ortak pazar” senaryosu
Sorunlara ilişkin çözümleri üye devletlerin kendilerinin alacağı kararlarla belirlemesinin öne çıktığı bu senaryoda AB’nin ana odak noktası sadece ortak pazar alanı olarak belirlenmiştir. Eskiye göre karar alma mekanizmasını hızlandıracağı beklentisi ile ortaya konulmuş olan bu seçeneğin esasen diğer konularda üye devletlere sunduğu hareket serbestisi sebebiyle birliktelik duygusunu azaltacağı ve AB fikrini gerileteceği değerlendirilmektedir. Bu senaryo, bugün AB’deki bütünleşme düzeyine ve geriye dönüşün maliyetine bakıldığında, çok gerçekçi görünmemekte.
“Daha fazlasını yapmak isteyenler yapsın” senaryosu
İlk senaryoya benzer şekilde ortak pazarın güçlendirilmesi ve üçüncü ülkelerle yeni ticaret anlaşmaları yapılması öngörülen bu senaryoda, buna ilaveten EPB hususunda önemli adımlar atılması planlanmaktadır. Ancak üye ülkelerin kendi aralarında vergilendirme ve sosyal standartlar adına işbirliği yapabilmesi, özellikle artan göç dalgalarına karşı vize, sığınmacı ve güvenlik başlıklarında ayrı işbirliklerinin gündeme alınmasını savunması ile ayrışmaktadır. Yani bazı ülkeler AB politikalarında ilerleme sağlarken, diğerleri bunun dışında kalabilecektir. Ancak bu senaryo AB içerisinde gruplaşmalara neden olacağı ve var olan karar alma mekanizmasını çok daha karmaşık bir hale sokacağı sebebiyle eleştirilmektedir.
“Daha azını daha verimli yapmak” senaryosu
Bu senaryoya göre, ortak kararla belirlenecek olan konularda hızlı ve kararlı bir şekilde hareket edilerek verimli sonuçlar elde edilmesi değerlendirilmektedir. Belirlenen konuların dışında üye devletlerin daha azını yapma ya da katılmama hakkı olacaktır. Örnek vermek gerekirse, ticari konularda AB düzeyinde karar alınıp, istihdam ve sosyal politika gibi diğer alanlarda daha az işbirliği olabilecektir. Bu bağlamda AB’nin bütçe kaynakları öncelik verilen alanlara aktarılacaktır. Bu senaryoya göre dış politikada üyelerin tek ses olarak konuşmasına imkan sağlanırken Avrupa Savunma Birliği (ASB)’nin kurulması önerisi getirilmiştir.
“Birlikte daha fazlasını yapmak” senaryosu
Bu senaryoya göre üye devletlerarasındaki işbirliğinin mevcut duruma göre çok daha ileri taşınması öngörülüyor. Ortak pazar politikalarını uygulama zorunluluğunun getirilmesi ve ticaret alanının AB düzeyinde ele alınması bu senaryoda öne çıkan unsurlar. EPB alanında daha güçlü, bütünleşmiş bir AB hedefler arasında. Aynı şekilde önceki senaryoda da ele alınan dış politikada tek seslilik ve ASB’nin kurulması hızlandırılacak. Bunların sağlanabilmesi için de hızlı bir karar alma mekanizması öngörülmüş ve alınacak kararların uygulanmasındaki zorunluluk ilkesi güçlendiriliyor.
Fransa ve Almanya’da seçimler sonrası AB’nin geleceği
Partilerüstü kampanyasıyla aşırı sağcılara karşı seçimi kazanan ve ana akım partilere havlu attıran Fransa Cumhurbaşkanı Macron, AB’ye ilişkin vizyonunu kamuoyuna açıkladığı konuşmasında önemli ipuçları verdi. Macron’a göre AB bugünkü haliyle “çok zayıf, çok yavaş ve çok işlevsiz” durumda. Dolayısıyla Macron AB’nin bu haliyle ne kendi içindeki sorunlara çözüm bulması ne de dünya ölçeğinde bir aktör olabilmesini mümkün görüyor. Macron AB’nin “daha egemen, daha bütünleşmiş ve daha demokratik” bir yapıya dönüşmesini savunuyor.
Macron’un açıkladığı perspektife göre Euro bölgesinin kendine ait bir bütçesi olmalı ve bu bütçe, Brüksel’den, AB düzeyinde görevli bir AB Maliye Bakanı tarafından yönetilmelidir. Bu kapsamda, AB bölgesi içinde faaliyet gösteren şirketlerden toplanacak olan kurumsal vergiler bütçenin en önemli kalemini oluşturmalı ve bu bütçe ödeme sıkıntısı çeken üyelerin sıkıntılarını kısa vadede çözebilmeleri için kullanılmalıdır. Macron, bütçenin kullanımının denetlenmesinde ise, üye ülkelerin milletvekillerine sorumluluk verilerek sürecin daha demokratik olmasını hedeflediğini belirtmiştir. Ekonomik olarak daha fazla bütünleşmenin yanı sıra Macron AB’nin ortak askeri operasyonlar yapabilen ve kendine ait ortak askeri birlikleri olan bir güce dönüşmesini de savunuyor.
Macron’un son konuşmasında hemen önce Almanya’da yapılan meclis seçimlerinde iktidardaki Hristiyan Demokratların (CDU) ve Sosyal Demokratların (SPD) oy kaybetmesi, buna karşılık muhalefetin ve aşırı partilerin oylarını ciddi oranda arttırmaları, AB’nin geleceği adına son derece önemlidir. Özellikle de aşırı sağcı politikaları savunan Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) bir ilki gerçekleştirip II. Dünya Savaşı sonrası ilk kez meclise girmeyi başararırken SPD de aynı dönem içinde en düşük sonucu elde etti. Bu durum SPD içinde de ciddi tartışmalara ve yenilenme çağrılarına yol açtı. Not etmek gerekiyor ki Merkel’in koalisyon hükümetini kurması beklenen Yeşiller ve Hür Demokratlar, Macron’un AB vizyonuna yönelik ortaya koyduğu fikirlere olumlu yaklaşmamaktalar.
Fransa’da Macron’un seçim zaferi AB karşıtı aşırı sağcı hareketlerin artık AB’de gerilemeye başladıkları izlenimi doğurmuş ve AB’nin geleceğine yönelik ihtiyatlı bir iyimserliğin oluşmasını sağlamıştı. Oysa aşırı sağcı Le Pen’in Fransa gibi bir ülkede ikinci tura kalan aday olması ve %34’e yakın oy alması, herşeye rağmen yeterli bir alarm olmalıydı. Zaten çok geçmeden Almanya’da aşırı sağcıların meclise girmeleri ve aşırı sol hareketlerin güç kazanması AB’nin geleceğine dair endişeli tutumun devam edeceğini göstermektedir. Aslında mesele AB’nin de değil, demokrasinin ve bağlantılı tüm değerlerin gelecekte ne olacağıdır.
AB’nin geleceği için iki önemli gücü olan Fransa ve Almanya’nın birlikte hareket edebilmeleri son derece önemli. Birleşik Krallık AB’den çıkışını 2018 yılının baharı olarak belirledi. Birleşik Krallık’ın dahil olmadığı bir AB’nin Atlantik ekseninde bir zayıflama olursa bu, Avrupa’nın rekabet gücüne büyük darbe vuracaktır. İçe kapanmacı bir “Kıta Avrupa’sı” çizgisine kayılıp kayılmayacağı ve bu süreçte Almanya ve Fransa’nın işbirliği konusunda ortaya koyacakları tavrın belirleyici olacağı söylenebilir. Elbette sürecin nelere gebe olduğunu bilemiyoruz; fakat “Federal Avrupa” için fırsat bir on yıl için kaçırılmış olabilir. Ulusal liderlerin, AB’nin toplumu iyi okuyarak “çok vitesli Avrupa” nın kurumsal altyapısını geliştirmesi elzem. Bunu yaparken de önümüzdeki on yılda Avrupa projesini toplumlarına daha iyi anlatmanın yollarını keşfetmeliler.
Türkiye ne yapmalı?
Avrupa değişiyor, yenileniyor, Türkiye bu sürecin güçlü bir ülkesi olmak istiyorsa OHAL’i ivedilikle sonlandırıp demokratikleşme gündemine geri dönemeli.
Bugün Avrupa’da yıllardır pişen yeni bir ve yukarıdakı senaryolardı yatay kesen, Avrupa Komisyonu’nun adını koymaktan geri durduğu bir tartışma var: çemberler Avrupası ya da çok vitesli Avrupa. Türkiye ise federal Avrupa senaryosunun yanı sıra bu senaryoyu ciddiyetle değerlendirmeli.
Çeşitli formüller üzerinde tartışmalar sürüyor olsa da AB’nin daha etkili bir küresel oyuncu haline gelmesi için reform yapması gerektiği herkesin hemfikir olduğu bir konu. Bugünkü tartışmanın akışına baktığmızda Euro bölgesinin merkezinde yer alacağı ve entegrasyon düzeyine göre ülkelerin AB’ye üye olacakları daha esnek bir modelden bahsediliyor. AB krizden ders çıkararak Euro gibi alanlarda daha derin entegrasyona gidip bunun dışındaki ülkelerle de üyelik ve bütünleşme sürecini sürdürmeyi planlıyor.
Hem Avrupalı değerlerin yeni ülkelere taşınması hem de yeni bir Batı’nın inşaası için tarihi bir dönemeçteyiz. Dünya düzeninde hem ait olunan demokratik dünyada güçlü, hem de diğer tüm ülkelerle daha kapsamlı ilişkiler içinde olmak gerekiyor. İyi işleyen bir demokrasi olmak sadece asgari bir gerek, bunun ötesine geçek gerekiyor. Sadece bir uluslararası ilişkiler değil, her şeyden önce Türk halkının demokratik hakları ve sosyal kalkınması için çok önemli bir dönemeçteyiz. Önümüzdeki soruya verecek güçlü bir yanıtımız ve o yanıtı gerçekleştirecek cüretimiz olması şart: Türkiye genişleyen Avrupa’da, yenilenen Batı’da ve değişen dünyada yerini nerede ve nasıl alacak bu konuda her kesim zihinlerinini daha iyi hazırlamalı. Aksi halde batıda Türkiye’nin “otoriter rejim” algısı pekişiyor. Bu ağır bedeli gelecek kuşakların omuzuna yüklemeye kimsenin hakkı yok.
Kader SEVİNÇ